16 Ekim 2008 Perşembe

doğrular ve doğru sanılanlar


Genel kurmay başkanımızın açıklamasını dinlerken öfkenin celallenmenin arasında özellikle vurgulama yaparak birazda sert bir ifade ile dedikleri;
“…. herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum…..”
Aslında asil bir davet. Herkesi doğru yerde bulunması için davet etmek güzel bir misyondur. İmamlar bu sebeple ezan okurlar. Papazlar bu sebeple kiliseye davet ederler insanları. Siyasi partiler oy isterken doğru yerin kendi partileri olduğunu söylerler. Hatta siyasi bir parti kendilerinin doğru yol olduğunu parti simi olarak kullanarak bu kavramı kendilerine mal ettiler. Tabi parti amblemlerinde At resmi olunca sanırım çağ gerisinde kaldığı düşünüldüğü için oy bile alamaz oldular. Kısaca Babalar ve anneler hep kendi doğru bildikleri yere çekerler çocuklarını. Hukuk okumasını doğru bulurlar, ama çocuk gider çorap satmaya başlar iş adamı olur, Makine mühendisi olmasını isterler, çünkü doğru odur onlara göre. Ama çocuk gider bisiklet tamircisine çırak olur.
Geçmiş zamanlarda beni çok sevdiğini söyleyen ve benimde çok sevdiğim bir genç vardı. Ona sık sık “ doğru bildiğini” yap derdim. Bana bir gün sordu; ” Doğru ne abisi” dedi. Ona dedim ki; “ Yaşamak istediğin yeri seç, yapmak istediklerini yap, olmak istediğin yerde ol. Eğer halinden rahatsız isen ve şikayet ediyorsan doğru yerde değilsin demektir. Buna rağmen, halen daha orda durmakta ısrar ediyorsan o zaman yanlışta ısrar ediyorsun demektir. Evet çünkü bu senin doğruların.
Enver paşa Sarıkamış harekatı için emir verdiğinde herhalde iki gün sonra patlayacak tipiyi bilmiyordu.Bilse idi vermezdi o emri. Ama vermesi gerekiyordu çünkü doğru o idi. Koca bir ordu tüm kurmayları ile birlikte bu doğrunun arkasından gitti ölüme.
Cennet mekan Abdulhamid han yıldız istihbaratı kurdu. İç ve dışta Osmanlı devletini abluka altına alanlara karşı vereceği mücadelede doğru bir duruş ancak böyle mümkündü. Onu istihbaratı kurmakla suçladılar. Ama doğru o idi. Herkesin doğru bildiği yer bulunduğu terden gördüğü kadardır.
Özellikle bir asker ( general ) emri altındaki sayısı yüz binleri bulan askerlerini sevk ve idare ederken o rütbeleri alınıncaya kadar oluşan tecrübe birikim ile strateji uygular. Bunu yaparken kendisine ulaşan bilgileri değerlendirir. Raporları değerlendirir. Bu bilgilerin ve ulaşan raporların doğruluğu nispetinde üst kadro doğru kararlar alır. Burada doğru bir tane değildir. Aynı şekilde bulunan başka bir generalde farklı yapabilir harekatı. Hata olabilir bu arada. Yanlış karar alabilir. Hamasi davranabilir. Sonuçta o da bir insan. Ancak ki ihaneti tespit edilmediği sürece bir general askerini sevk ve idaresinde yanlış yaptığı söylenemez.
Ancak siyasi hukuki ve genel anlamda içtimai meselelerde doğrunun çokluğu kaosu da beraberinde getirir. Bu sebeple “ hakikat ferdin hakikatidir” denilmiştir. Otoritenin tek kanalda olması kararların tek kanaldan alınması daha sıhhatlidir. Yanlış olursa yanlışın kimin yaptığı bilinir. Suçlanacak yargılayacak eleştirilecek yer belli olur. Mesela Enver paşa tek yetkili olmasa idi. Bu gün Sarıkamış yenilgisini doğrudan onunla bütünleştirmeyecektik. Ama ne hikmetse aynı Enver paşa aynı yetkileri ile Çanakkale savaşını kazanmasına rağmen bu zafer anılırken adı bile geçmez. İşte bu da meselenin siyasi ve ahlaki tarafı. O zaman mesele siyasi bir anlam kazanıyor ise tavır ve duruşlar siyasi manada bir misyon taşıyor ise, o zaman “ doğru” daha da farklı bir anlam kazanır. Yukarda dediğimiz gibi her parti kendisi doğrusu üzerinde ısrar eder. Siyaset bu anlamda şekillenir.
Mustafa Kemal içinde bulunulan şartların getirdiği bir gerçek. O zamanın doğrusu bu. İsmet İnönü cumhuriyet öncesi pek bilinmeyen Cumhuriyetle yıldızı parlatılan bir doğru. Ama kurtuluş savaşının en güçlü paşalarından biri olan Kazım kara Bekir paşa tam tersi Cumhuriyetle birlikte yıldızı söndürülmek istenilen kişi. Bunlar Mustafa kemal in doğruları. Neden Onun. Çünkü tek yetkili o. Hakikat ferdin hakikati denmiş ya. O dönemim tüm olaylarının hatası da günahı da vebali de bir kişiye ait. Atmıştan sonra aynı şeyi söyleyemeyiz. Çok partili sitem ve arkasından gelen kaos 1980 ihtilaline kadar geçen dönemde bir tane bile suçlu bulamazsınız. Öldürülen on binlerce kişinin katilini bulamazsınız. Siyasi anlamda idari anlamda kimse o dönemin hesabını vermez. Zaten kimse de soramaz. İhtilal doğru bir duruş işte. Kimin ne yaptığı açıkça ortada. Birileri idareye el koydu. Gerekçelerini açıkladı doğru idi. Ama bu gerekçelere kimlerin getirdiğini bir türlü anlayamadık. Özellikle geçmişe yönelik siyasi ve idari bir hesaplaşma olmadı. Aslında beklerdik ki İhtilalciler tam yetkili bir mahkeme kursunlar. Şöyle bir sistemi ve kuruluşundan bu yana cumhuriyet tarihini yargılasınlar. Tabulardan kurtularak. Saplantılara sapmayarak. Tarafsız, ideolojiden arındırılmış bir mahkeme. Halkın tarihi misyonun değerlerini inançlarını esas alarak yargıya giden bir mahkeme.
Bu baba yiğit yok biliyorum.
Ergenekon davası ortaya çıktığında bu olayların nasıl tezgahlandığını azınlık zihniyetin nasıl devlet gücü olarak tutulmaya çalışıldığını anladık. Halkın kime ne için oy verdiğinin öneminin olmadığını AKP’nin ikinci kez ezici çoğunlukla iktidara gelmesinden sonra rahatsız olan çevreleri gördükçe anladık. Yani kısaca anladık ki bu ülkede haklar, eşitlikler özgürlükleri hukuk ve demokrasi devletin gücünü elinden kaçırmak istemeyen azınlık ideolojinin doğruları ile bağdaştığı sürece geçerli olacaktır.
“Doğru ne abisi?” demişti.
Bilmiyorum, Allah ve Resulü ne demişse o doğrudur. Başka doğru tanımıyorum artık .

Hiç yorum yok: